Molla Sadrâ’nın İdealar İspatlaması


Creative Commons License

Yiğit F.

CUMHURIYET THEOLOGY JOURNAL, vol.26, no.3, pp.1127-1141, 2022 (ESCI)

  • Publication Type: Article / Article
  • Volume: 26 Issue: 3
  • Publication Date: 2022
  • Doi Number: 10.18505/cuid.1139767
  • Journal Name: CUMHURIYET THEOLOGY JOURNAL
  • Journal Indexes: Emerging Sources Citation Index (ESCI), Scopus, ATLA Religion Database, Central & Eastern European Academic Source (CEEAS), Index Islamicus, MLA - Modern Language Association Database, Directory of Open Access Journals, TR DİZİN (ULAKBİM)
  • Page Numbers: pp.1127-1141
  • Sivas Cumhuriyet University Affiliated: Yes

Abstract

Felsefe tarihinin en tartışmalı konularından birisi idealardır. Molla Sadrâ, Eflâtun’dan kendisine kadarki süreçte ideaları gerçek anlamda anlayan kişinin kendisi olduğunu ve hatta bu konuda yalnız kaldığını dile getirir. Sadrâ bu başarısını hem keşif ve ilham hem de varlık merkezli felsefi sistemi sayesinde elde ettiğini söyler. O, ideaların bilinmesindeki zorluğu, zihnin salt ve nûranî varlıkları idrak etmesindeki yetersizliğe bağlar. Tıpkı güçlü ışıkların insan gözünü alması veya uzaktaki nesnelerin net gözükmemesi gibi insan zihni ideaları belirsiz ve küllî şeyler olarak algılar. İdealar küllîdir lakin mantıktaki anlamıyla değil. Çünkü idealar zihinsel bir soyutlama ve genelleme işleminin sonucunda hâsıl olan şeyler değil mücerret nûranî varlıklardır. Bu sebeple onların idrakinde ilâhî yardım ve sezgiye ihtiyaç duyulur. Benzerin benzeri bilebileceği kaidesinden hareketle bütün varlığını saf akılda eritmiş insanlar, ideaları her türün tılsımı, türün kaim kılıcısı ve yöneticisi olarak idrak ederler. İdealar zihnin ürünü küllîler olmasa da zihnin mantıki küllîleri oluşturmasında ona güç ve ışık verirler. Şu hâlde ideaların mevcut olmaması durumunda gerçek bilgiden bahsedilemeyeceği aşikardır. Başka bir deyişle aklen bir şeyin bilinmesi demek onun ideal varlık seviyesinde bulunması demektir. Aksi durumda ne şeyin sabit varlığından ne de bilgisinden bahsedilebilir. Ona göre ideaların anlaşılması için varlık meselesinin çözüme kavuşturulması gerekir. Varlığın birliği, teşkîkî ve asaleti düşünceleri anlaşılmadan idealar probleminin çözümünü kavramak mümkün görünmemektedir. Buna göre varlığın birliği düşüncesi, pay alma sorununu hallederken teşkîk fikri idealar ile fertleri arasındaki ayrımın yapılmasını mümkün kılar. Varlığın asaleti ise ideal âlemin çoklu yapısının birliğe icrasına imkân tanır. Sadrâ idealar konusunda İbn Sînâ’nın tavrını yadırgar çünkü o, bu konuda Esûlûcyâ’yı ve buna bağlı olarak geliştirilen burhanları dikkate almamıştır. Ayrıca o, ideaların keşfi bilgisine de sahip değildir. Sadrâ konuyla ilgili olarak doğruya en çok yaklaşan filozof olarak Sühreverdî’yi görür. Sadrâ ideaları ispat ederken Sühreverdî gibi idea savunucularının geliştirmiş oldukları burhanları kullanmaktan çekinmez lakin bunların hakikatine ancak kendisinin erdiğini dile getirir. Sadrâ’ya göre tabiat âleminin aklın bir ürünü olduğu kesindir öyleyse mevcutların mücerret âlemde birer prototiplerinin olması gerekir. Bu durum ontolojik öncelik ve sonralık prensibine dayanır. Yani varlığı basit ve mücerret olan önce olmalıdır. Çünkü bileşik ve maddi olan sonradan meydana gelendir. Bu, imkânü’l-eşref kaidesinin bir başka ifadesidir. Akıl imkân âleminde mevcut bir şeyi tetkik ettiğinde, onun daha üst imkânlarının daha önceden var olması gerektiğine hükmeder. Diğer bir delil “Yüce olan aşağıda olan için var olmaz.” ilkesidir. Şu hâlde idealar aşağılarında yer alan cismanî türler ve fertleri için var oluyor değildir. Çünkü bu durum kendileri için idea ve model alınan şeylerin, idealardan daha şerefli ve daha üstün olmasını gerektirir. Aksine cismanî türlerin sûretleri bu aklî ve nûrlu sûretlerin kalıbı ve gölgesidir. İdealar hem Tanrı’nın bilgisi hem de ilâhî isimlerle özdeş kılındığında bunların kendilerinde varlıkları, benlikleri ve çokluğa neden olabilecek herhangi bir yönleri yoktur. Âlemin meydana gelmesinde idealar akıllara karşılık gelip Tanrı’ya karşı edilgen iken kendilerinden aşağıda bulunan mevcutlara göre etkendirler. İşte bu noktada genellikle ideaların zihinsel soyutlamayla elde edilen mahiyetler ile karıştırıldığı söylenmelidir. Sadrâ felsefesinde mahiyetler varlığın oluş biçimlerinden başka bir şey değildir. Sadrâ’nın sudûr anlayışı çerçevesinde varlığın yaygın/münbasit ve idealar şeklinde ikiye ayrıldığını ve bu ikisinin birleşerek mevcutları meydana getirdiği söylenebilir. Bu açıdan Sadrâ’nın ideaları sûret, yaygın varlığı ise madde konumuna yerleştirdiği görülür.