Ebû Hüreyre’nin Fakihliği Meselesi


Creative Commons License

ÇİFTCİ A.

Eskiyeni, sa.42, ss.825-849, 2020 (Hakemli Dergi)

  • Yayın Türü: Makale / Tam Makale
  • Basım Tarihi: 2020
  • Doi Numarası: 10.37697/eskiyeni.735998
  • Dergi Adı: Eskiyeni
  • Derginin Tarandığı İndeksler: TR DİZİN (ULAKBİM)
  • Sayfa Sayıları: ss.825-849
  • Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Ebû Hüreyre ismine İslâmî ilimlerin pek çok alanında rastlamak mümkündür. Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefâtından yaklaşık üç yıl önce Medîne’ye gelmiş olmasına rağmen sahâbenin en fazla hadis nakledeni olması, zaman zaman yadırganmış ve çeşitli ithamlara sebep olmuştur. Ebû Hüreyre bazı sahâbîler tarafından hadis nakli konusunda yöneltilen eleştirilere, kendisinin Hz. Peygamber’in yanından ayrılmayıp hadis öğrenme konusunda gösterdiği azim ve gayrete vurgu yaparak “Muhacirler çarşı pazarda ticaretle; Ensar bağ bahçede, mal mülk geçim derdiyle uğraşırken ben karın tokluğuna Hz. Peygamber’in yanından ayrılmıyordum” diyerek cevap vermiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in onun bu azim ve gayretini takdir ettiğine ve hafızasının güçlenmesi için dua ettiğine dair rivayetler kaynaklarda yer almaktadır. Bunun yanı sıra Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Talha b. Ubeydullah gibi sahâbîler de Ebû Hüreyre’nin hadis konusunda yetkin ve otorite olduğunu ifade etmişlerdir.Ebû Hüreyre ile ilgili tartışmalardan bir diğeri ise onun fakih olup olmadığı meselesidir. Bu konu, bazı rivayetleri bağlamında özellikle Hanefî hukukçular tarafından gündeme getirilmiştir. İsa b. Ebân gibi bazı Hanefî hukukçular Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İmam Züfer, İmam Muhammed gibi mezhebin kurucu imamlarının kıyasa/genel kurala aykırı olan musarrât ve ariyye gibi hadislerle amel etmeme gerekçelerini rivayetleri nakleden Ebû Hüreyre’nin fakih olmamasıyla açıklamışlar ve fıkhu’r-râvi şartını kıyasa ya da genel kurala muhalif olan âhâd rivayetlerle amel edilmesi için olmazsa olmaz bir şart olarak ileriye sürmüşlerdir. Bu görüşü benimseyen hukukçular konunun gündeme geldiği yerlerde genellikle musarrat/muhaffele hadisini örnek vermekte ve Ebû Hüreyre fakih olmadığı için bu rivayetle amel edilmediğini iddia etmektedirler. Ancak Hanefî mezhebi içerisinde başta Ebü’l-Hasan el-Kerhî olmak üzere pek çok hukukçu bu iddiayı kabul etmemişler ve fıkhu’r-râvi şartını kabul etmemişlerdir. Nitekim kurucu imamlardan da bu konuda herhangi bir görüş nakledilmemiştir. Aksine kıyasa ve genel kurala aykırı olan bu tür rivayetlerle amel ettikleri rivayet edilmiştir. Hatta kurucu imamlar, muhayyerliğin süresini belirleyen Ebû Hüreyre’nin naklettiği musarrat hadisinin ilk kısmıyla amel etmişlerdir. Bu konuda dikkat çeken bir diğer husus ise, bu hadisi Hanefî mezhebinin fıkıh anlayışının oluşumunda ve şekillenmesinde çok önemli bir yere sahip olan İbn Mes‘ûd da rivayet etmiştir. Ancak rivayetin İbn Mes‘ûd tarikine, Hanefî fıkıh kaynaklarında ya “belağana” şeklinde râvi ismi zikredilmeksizin ya da “ruviye”, “yürvâ” şeklinde meçhul sîgayla yer verilmiş ve İbn Mes‘ud’dan hiç bahsedilmemiştir. Ayrıca musarrât hadisinin İbn Ömer ve Enes b. Mâlik tariklerine de Hanefî kaynaklarda yer verilmemiştir. Hanefî mezhebi içerisinde Ebû Hüreyre’nin sahâbenin fakihlerinden birisi olduğunu savunan ve fakih olmadığı yönündeki iddialara karşı çıkan hukukçular da vardır. Bu iki yaklaşım göz önünde bulundurulduğunda fıkhu’r-râvî şartının kabulü ya da reddi konusunda Hanefî mezhebi içerisinde bir yeknesaklığın, homojenliğin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ebû Hüreyre’den bahseden gerek tarih gerekse biyografi/bibliyografik kaynaklar onu fakih ve müctehid olarak nitelemektedir. Ayrıca Hz. Ömer tarafından Ebû Hüreyre’nin Bahreyn’e kaza ve yargı işleriyle ilgilenmek üzere gönderilmesi ve daha sonra buraya vali tayin edilmesi onun sahip olduğu fıkıh birikimine güvenildiğinin bir göstergesidir. Bunlara ek olarak Ebû Hüreyre’nin sahâbenin önde gelen fakihleriyle birlikte vermiş olduğu onlara muhâlif ya da muvâfık fetva örnekleri de bulunmaktadır. Nitekim Takiyyüddîn es-Sübkî, Ebû Hüreyre’nin fetvalarını Fetâvâ Ebî Hüreyre ismiyle bir cüz halinde toplamıştır. Ne yazık ki bu eser günümüze ulaşmamıştır. Biz de, Ebû Hüreyre’nin fetvalarından tespit edebildiklerimize çalışmamızda yer verdik. Bu bilgilerin ışığında Ebû Hüreyre’nin fakihliği konusunda şu tespitleri yapmak mümkündür:

i. Ebû Hüreyre, sahâbenin de tespitiyle hadis konusunda otorite bir şahsiyettir.

ii. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile olan birlikteliği, sohbetlerine devamlılığı ve her yönüyle amelî (yaşayan) sünnete şahit oluşu Ebû Hüreyre’nin din konusunda ince anlayış, derin kavrayış (tefakkuh) sahibi olmasına imkân sağlamıştır.

iii. Örneklerde de görüldüğü üzere Ebû Hüreyre’nin Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas gibi sahâbeden fıkhıyla maruf olan isimlerin fetvâlarına muvâfık ya da muhâlif fetvalar verdiği kaynaklarda sabittir.

iv. Bazı Hanefî hukukçuların ileri sürdüğü kurucu imamlarının Ebû Hüreyre’nin bazı rivayetleriyle fakih olmadığı gerekçesiyle amel etmedikleri şeklindeki iddia, bütün Hanefî hukukçular tarafından kabul edilen bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla bu konuda mezhep içerisinde bir yeknesaklık yoktur.

v. Ebû Hüreyre’nin fıkhî meselelere getirdiği çözümler ve verdiği fetvalar onun fakih olduğu yönündeki tezi desteklemektedir.

vi. Bu sonuçların yanı sıra Ebû Hüreyre’nin fıkıh nosyonu ve donanımı açısından Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes‘ûd, Hz. Âişe, İbn Abbas r.a.) gibi sahâbenin önde gelen fakihleriyle kıyaslanamayacağı da bir gerçektir.

It is possible to come across the name of Abu Hurairah in many of Islamic disciplines. Although he came to al-Madinah three years before the death of the Prophet (pbuh) he was the one who transmitted hadiths of the Prophet (pbuh) most among the companions. This was sometimes seen odd and caused some accusations. Abu Hurai responded to the criticisms made by some companions about narrating hadiths by insisting on his patience and effort for learning hadiths as follows: “I served Allah’s Messenger (pbuh) being satisfied with bare subsistence, whereas the muhajirun (immigrants) remained busy with transactions in the bazar; while the Ansar (helpers) had been engaged in looking after their properties.” In additon, there are some reports about the Prophet’s (pbuh) appreciation for Abu Hurairah’s patience and effort and His prayer for improving his memory. Besides, some companions like ‘Abd Allah b. Omar, Zayd b. Thabit, Talha b. ‘Ubayd Allah stated that Abu Hurairah was competent and an authority in the field of hadith.One of the disputes around Abu Hurairah is whether he was a faqīh, i.e expert in Islamic law. This issue was brought into question especially by Hanafī jurists within the context of some narrations. Some Hanafī jurists like ‘Isa b. Abân explained the nonuse of Abu Hanifa, Abu Yusuf, Zufar and Muhammad b. Hasan the musarrah and ariyyah hadith which are in conflict with the main rule/qiyas as part of that the transmisser of these hadiths, Abu Hurairah was not a faqih. They argued that the condition of being a faqih (fiqh al-rāwī) is sine qua non for using the ahad hadiths that are in conflict with the main rule/qiyas. When the issue is of concern, the jurists who adopt this opinion give example of musarrah hadith and say that musarrah hadith was not used since Abu Hurairah was not a faqih. However, many jurists particularly Abu al-Hasan al-Karkhi rejected this opinion and did not accept the condition of being a faqih. Hence, there is no view from the founder imams about the issue. Rather, there are some reports that they used hadiths that are in conflict with the main rule/qiyas. Further they used the first part of the musarrah hadith for dating period of the right of option. Another significant point in this issue is that Ibn Mas‘ūd who has an essential role in the formation of understanding of Hanafī school transmitted this hadith. Nevertheless, the chain of Ibn Mas‘ūd is included in Hanafi sources without mentioning the name of transmitter such as “balaghana” or “ruwiya/yurwa” and his name is never mentioned. Additionally, the tariqs of Ibn al-Omar and Anas b. Malik for the hadith of musarrah is never mentioned in Hanafi sources. Nevertheless, there are some jurists who maintained that Abu Hurairah was one of the faqīh companions and objected the idea that he was not a faqīh. Taking into consideration these two approaches, it seems that there is no uniformity within Hanafīschool for rejecting or accepting the condition of being a faqīh. Historical and biographical sources qualify Abu Hurariah as faqīh and mujtahid. Besides, Omar al-Khattab sent him to Bahrayn to deal with jurisdictional transactions and later appointed him as governor here. This shows Omar’s reliance on the competence of Abu Hurariah in the field of fiqh. Likewise, there are some fatwas (legal opinion) belong to Abu Hurairah which correspond with fatwas of leading companions or dissent them. Taqi al-din al-Subqi collected his fatwas under the title of Fatâwâ Abu Hurairah. Unfortunately this book is not extant today. In this study, we give fatwas of Abu Hurairah which we found.

In the light of this information, it is possible to make the following determinations about whether Abu Hurairah was faqīh or not:

i. Abu Hurairah was an authority in hadiths with determination of the companions.

ii. His association with the Prophet (pbuh), his continuity for His conversations and his witnessing the sunnah made Abu Hurairah have a deep tact in religious issues.

iii. There are fatwas belong to him that corresponded with fatwas of leading companions like Omar b. al-Khattab, ‘Ali, Ibn Omar, Zayd b. Thabit, Ibn ‘Abbas who were well-known for having a deep understanding in fiqh or dissented them.

iv. The argument that the founder imams of Hanafī school did not accept some transmissons of Abu Hurairah due to not being a faqīh is not accepted by all of Hanafī scholars. Thus, there is not a uniformity in the school about this issue.

v. His responses and fatwas for issues related to fiqh support that he was a faqīh.

vi. It should be noted that he can not be compared with the leading faqīhs of the companions such Omar b. al-Khattab, ‘Ali, Ibn Omar, Aisah and Ibn Masʿūd in terms of competence in fiqh.