Modernite ile otoritenin geleneksel kaynakları zayıflamaya başlamış ve rasyonel bir karaktere dönüşmüştür. Siyasal ve toplumsal yapının farklılaştığı bu süreçte meşruiyetin kaynağı dinsel, etnik, cemaatsel ve geleneksel zeminden uzaklaşarak yasal-ussal bir boyutta gerçeklik kazanmaya başlamıştır. Artan siyasal katılım ve merkezî otoritenin egemenliğiyle karakterize olan bu dönüşüm sırasında dinin ve onun geleneksel yorumunun yaslandığı değerler dünyası da yeni ve seküler anlamların taşındığı yorumlara konu olmuştur. İmparatorlukların ulus-devlet yapılarına dönüştüğü bu süreçte dinî geleneğin etkisinde oluşan anlam evrenleri de bu yeni yapı içinde dönüşerek rasyonel bir paradigma etrafında seküler karakterli bir temel üzerinde oluşmaya başlamıştır. Bu yeni değerler dünyasının toplumsal kabule sunulması Louis Althusser tarafından devletin ideolojik aygıtları şeklinde formüle edilen bir bağlamda ele alınmıştır. Aileden dine, eğitimden iletişime kadar geniş bir yelpazede varlık kazanan toplumsal kurumlar ideolojik birer aygıt olarak tanımlanmış ve kültürel kodların yeniden oluşturulduğu araçlar olarak değerlendirilmişlerdir. Yeni ideolojinin toplumsal kabulü ve yeni bir anlam dünyası oluşturma amacıyla etkin bir şekilde kullanılan ideolojik aygıtlar, doğrudan devletin müdahale ve kontrolünün olmadığı izlenimini veren özel alanlarda gerçeklik kazanmışlar ve egemen sınıfa ait dünya görüşünün, her dönemde geçerli ve doğru olan özelliklere sahip olduğu fikrini toplumun tamamına ulaştırarak egemen ideolojinin toplumsal meşruiyet kazanmasına da aracılık etmişlerdir. Bir yandan mevcut toplumsal gerçekliğin yanlış temsilini üstlenen ideolojik aygıtlar diğer yandan da bu gerçekliği egemen ideoloji doğrultusunda yeniden üretme kapasitesine sahip araçlar olmuşlardır. Zora değil rızaya dayalı bir işleyişin egemen olduğu bu yapı içinde hegemonya önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. Anlamın kendi dolayımında sürekli üretildiği bir yapı olan hegemonya, bir ulus-devlet içindeki egemen gruba ait fikirlerin toplumun tamamının faydasına olacağı düşüncesinin toplum tarafından gönül rızasıyla kabul edildiği fikrini tesis etme amacına yaslanmıştır. İkna ve rızaya dayalı bir zeminde varlık kazanan hegemonya, bu anlamda iktidarın doğallaşmasını sağlayan bir etki alanına da sahip olmuştur. Modern bir ulus-devlet olarak kurulan Türkiye’de de yeni paradigmanın inşa edilmesi sürecinde hegemonik karaktere sahip ideolojik aygıtlardan faydalanılmıştır. Bu araçlardan biri olan, devletin doğrudan müdahalesinin dışında konumlanan ve kültürel yeniden üretimin önemli motiflerinden biri olan sinema, ideolojik bir aygıt olarak, Erken Cumhuriyet dönemi (1923-1945) boyunca dine ait sembolik evrenlerin yeniden anlamlandırıldığı bir temsile konu olmuştur. Yeni ulus-devlet yapısının anlam dünyasına uygun olarak rasyonel ve seküler bir yaşam dünyasının oluşturulması sürecinde sinema, dinî ve geleneksel söylemlerin referans olmaktan çıkarıldığı içerikler üretmiştir. Ancak çağdaş değer kalıplarının oluşmaya başladığı bu dönemde din tamamen tasfiye edilmesi gereken bir olgu olarak görülmemiş, yeni paradigmanın kodlarına uygun farklı yorumlarla sinema içinde yansıtılmıştır. Dolayısıyla yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümler, süreç içinde sinemada dinî temsillerin dönüşmesine de etki etmiştir. Bu bağlamda çalışma Erken Cumhuriyet dönemi din anlayışlarının sinema içinde yansımasını odağına almıştır. Sinemanın ideolojik bir aygıt olarak nasıl anlaşılabileceği ve Cumhuriyetin erken döneminde sinema içinde dinin nasıl temsil edildiği bu çalışmanın temel problemini oluşturmaktadır. Araştırmada, içinde bulunduğu sosyopolitik şartlarda sinemanın egemen ideolojinin bir taşıyıcısı olma imkanını, din sosyolojik bir perspektiften göstermek amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Halide Edip Adıvar’ın aynı isimli romanından 1949, 1964 ve 1973 yıllarında sinemaya uyarlanmış olan ‘’Vurun Kahpeye’’ filmi hegemonik söylem ve ideolojik aygıt perspektifinde incelenmiştir. Aynı filmin farklı tarihlerde çekilmiş olan versiyonlarında dinî anlam dünyasının temsilleri arasında birtakım farklar olduğu gözlenmiş ve bu farkların dönemin siyasal ve toplumsal yapısına uygun olduğu değerlendirilmiştir. Araştırmada belge tarama modeli ve doküman analizinden yararlanılmıştır.
With modernity, the traditional sources of authority began to weaken and turned into a rational character. In this process of differentiation of the political and social structure, the source of legitimacy moved away from religious, ethnic, communal, and traditional grounds and started to gain reality in a legal-rational dimension. During this transformation, characterized by increasing political participation and the dominance of the central authority, the world of values upon which religion and its traditional interpretation relied has also become a subject of interpretations where new and secular meanings are carried. In this process in which empires where transformed into nation-state structures, the universes of meaning formed under the influence of religious tradition were also transformed within this new structure and began to form on a secular basis around a rational paradigm. The presentation of this new world of values to social acceptance is discussed in a context formulated by Louis Althusser as the ideological apparatus of the state. Social institutions, ranging from family to religion, from education to communication, have been defined as ideological apparatuses and evaluated as tools through which cultural codes are reconstructed. The ideological apparatuses that are effectively used for the societal acceptance of a new ideology and the creation of a new world of meaning have gained reality in specific domains that create the impression of being free from direct state intervention and control. They have also facilitated the social legitimacy of the dominant ideology by conveying the idea that the worldview belonging to the ruling class possesses characteristics that are valid and true in every era, reaching the entire society. On the one hand, ideological apparatuses, which undertake the misrepresentation of the existing social reality, have also become instruments capable of reproducing this reality in line with the dominant ideology. In this structure, where a functioning based on consent rather than force is dominant, hegemony has assumed an important function. Hegemony, which is a structure in which meaning is constantly produced through its own mediation, is based on the aim of establishing the idea that the ideas of the dominant group within a nation-state are accepted by the society with the consent of the society that they will benefit the whole society. In this sense, hegemony, which came into existence on a ground based on persuasion and consent, has also had a sphere of influence that ensures the naturalization of power. In the process of constructing the new paradigm in Turkey, which was established as a modern nation-state, ideological apparatuses with hegemonic character were utilized. Cinema, which is one of these tools, located outside the direct intervention of the state and one of the important motifs of cultural reproduction, has been the subject of a representation in which the symbolic universes of religion are re-interpreted as an ideological device during the Early Republic period (1923-1945). In the process of creating a rational and secular life world in accordance with the meaning world of the new nation-state structure, cinema has produced content that is far from religious and traditional discourses. But in this period when contemporary value patterns began to emerge, religion was not seen as a phenomenon that needed to be completely eliminated, and it was reflected in the cinema with different interpretations in line with the codes of the new paradigm. Therefore, the social changes and transformations have also affected the transformation of religious representations in cinema in the process. In this context, the study focuses on the reflection of the religious understandings of the Early Republican period in cinema. How the cinema can be understood as an ideological apparatus and how religion was represented in cinema in the early Republican period constitute the main problem of this study. The research, it is aimed to show the possibility of cinema being a carrier of the dominant ideology in the sociopolitical conditions in which it exists, from a sociological perspective of religion. For this purpose, the movie "Vurun Kahpeye", which was adapted to cinema in 1949, 1964 and 1973 from Halide Edip Adıvar's novel of the same name, was analyzed from the perspective of hegemonic discourse and ideological apparatus. It was observed that there were some differences between the representations of the world of religious meaning in the versions of the same movie shot on different dates, and it was evaluated that these differences were in accordance with the political and social structure of the period. A document scanning model and analysis were used in the research.