Sağlık Sosyolojisi, Yılmaz Daşlı,Erol Bulut, Editör, Anı Yayıncılık, Ankara, ss.231-267, 2019
İnsanlık tarihi boyunca
gerçekleşen ve son yıllarda da özellikle savaşların, çatışmaların etkisiyle
ivme kazanan göç hareketleri dünya genelinde önemli bir sorundur. Gönüllü ya da
zorunlu (çoğunlukla) hangi şekilde olursa olsun, nereye göç edilirse edilsin, mülteci
ve sığınmacıların göç ederken ve ettikleri yerlerde birçok sorunla karşı
karşıya kaldıkları açıktır. Bu sorunlar arasında kayıt dışılık, uyum, beslenme,
barınma, sağlık, eğitim, istihdam gibi temel sorunlar başta gelmektedir. Göçmenler
ve mülteciler arasında en çok önem verilmesi gereken sorun alanı ise, hem göç
edenlerin kendilerinin hem de göç ettikleri yerlerdeki toplumun sağlığının
etkilemesi nedeniyle ortaya çıkan sağlık sorunlarıdır. Mültecilerin en çok
sığındığı ülkelerin başında Türkiye gelmektedir ve özellikle Türkiye’ye sığınan
Suriyeli mülteciler arasında birçok “fiziksel” (bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan
hastalıklar) ve “ruhsal” (travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete,
uyum sorunları) sağlık sorunları görülebilmektedir. Bu sağlık sorunlarının,
özellikle de eradike edilmiş olan bazı bulaşıcı hastalıkların mültecilerle
birlikte Türkiye’de yeniden ortaya çıkışının toplum sağlığı açısından göz ardı
edilmeden ele alınması önemlidir. Hem göç eden insanların hem de göç ettikleri
bölgelerdeki toplumun sağlıklı birlikteliği açısından, mülteci ve
sığınmacıların yaşadıkları sağlık sorunlarının farkında olunarak bunların
çözümlenmesine yönelik politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Mültecilerin
yaşadıkları topluma uyum sağlamalarında sağlıklı olmalarının etkisi büyüktür.
Bu nedenle göçmen ve mültecilerin sağlık gereksinimlerinin belirlenmesi,
karşılanması ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin sorunsuz bir şekilde
sağlanması büyük önem taşımaktadır. Son
olarak; özellikle zorunlu olan göç ve göçün getirdiği olumsuz etkilerin en aza
indirgenmesinde; çoğunlukla göç hareketlerine neden olan “savaş ve çatışmaların önlenmesi”, sağlığın en önemli sosyal
belirleyicilerden biri olan “barışın” dünya genelinde sağlanması nihai hedef
olmalıdır.